Ata ve Latife Hanımefendi

Ata ve Latife Hanımefendi

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk, asrın lideri olarak insani yönleriyle çok az değerlendirilen adeta mitolojik bir kahraman. Benim de kahramanım… O, altı asır dünyaya hükmeden Osmanlı’nın yıkıntıları arasından ‘aydınlanma’ ülküsü ile çağdaş ve yep yeni bir ülke kuran eşsiz bir lider…

Yaşantımızdaki yeri, yaşantısındaki askerlik hayatı ile başlıyor; Osmanlı subayı olarak cepheden cepheye koşmuş, Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı, Filistin Cephesi, Çanakkale  ve nihayet Milli Mücadele’nin zorlu koşullarında başaran, zafer kazanan bir komutanken, vizyonu ve misyonu ile bizi çağdaş dünyaya ulaştıran bir bilgeye, yeri doldurulamayacaklar arasında yerini alarak büyük devlet adamına dönüşüyor.

Emperyalizme karşı tam bağımsızlık diyerek ülkesinin yerini, sadece çağının değil, gelecek çağların ötesinde belirleyen bir karakter olarak, ümmetten çıkamamış insanlarını yurttaş kimliğine taşıyan bir lider…

Bu kahraman halk adamını daha yakından özel hayatıyla da tanımak istediğinizde karşınıza şu gerçek çıkıyor; ömrü boyunca verdiği mücadele ile tarih yazarken, kendini-özel hayatını-dünyevi zevklerini ötelemiş bir insan… Mustafa Kemal Atatürk bunca meşgalenin arasında muhtemelen evlenmeyi aklına getirmemiş yani  halkının kurtuluşu uğruna kendinden taviz vermiş ve bunun için de 42 yaşına kadar evlenmemiş, daha doğrusu evlenmeye zaman bulamamıştı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 42 yaşından sonra İzmirli bir ailenin Fransa’da eğitim görmüş kızı olan Latife Uşşaklı ile evlendi. Ancak Atatürk ile Latife Hanım’ın evliliği, bu mücadeleci liderin, halkıyla, ülkesinin geleceğiyle meşgul bu eşsiz kişiliğin evliliği uzun sürmedi.

Hassas bir alanda olmanın bilinci ile hassas bir yaklaşımla, Mustafa Kemal Paşa’nın eş olarak seçtiği ve tarihsel aktarımlar ve anılarda tanıdığımız Latife Hanım’a hakkızlık etmemek gerektiğini düşünmüşümdür hep…

Aslında Latife Hanım’ı Turgut Özakman’ın senaryosu ve Ziya Öztan’ın yönetmenliğinde Cumhuriyet filminde ilk kez farketmiştim. Eşine kızgınlıkla seslenen kadını gördüğüm o gün milyonların sevgilisine sevgili olmanın zorluğunu hissetmiştim. Bir yanda belli ki hayalindeki ülkeyi gerçekleştirecek zamanı daha verimli değerlendirmek uğruna, eşini ihmal eden bir koca, diğer yanda sevdiğini misyonuyla paylaşmak zorunda kalan aşık bir kadın… İki buçuk yıl süren evliliğinde yaşadıklarını ömrü boyunca saklayan ve ömrü boyunca herkesin ‘çok sevdiğini’, çok seven bir kadın…

İşte bu kitabın yolculuğu Latife Hanım’ı anlamaya çalışmak üzerine başladı. Bugünden o günleri anlamak kolay olmasa da bir kadını anlamaya çalışmak bu sırada da o dönemin kadınlarını anlamak üzerine…

Bu kitap, Uşak kökenli, İzmirli bir ailenin kızı olan Latife Hanım’ı; İzmir’de dünyaya gözlerini açmış, ilkokulu İzmir’de okumuş, ortaokul ve lise için İstanbul’da ve nihayetinde üniversite için Paris’te yaşamış, yine aynı dönemde Londra’da kalarak dil eğitimi görmüş ve Fransızca, İngilizce, Almanca ve İspanyolca öğrenmiş donanımlı bir kadını tanımak ve çağıyla birlikte anlamak üzerine kaleme alındı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın motiflerinden biri olan, kurucu liderin eşi Latife Hanım, evlilik yolculuğunun daha en başında yani nikah töreniyle, kadınlara modern ve medeni Türk kadınının nasıl olması gerektiğini anlatan bir karakter oldu. Latife Hanım, Kurtuluş Mücadelesi’nin uluslararası temaslar ve anlaşmalarla bağıtlandığı günlerde, o yazışmalarda emeği olan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giren ilk Türk kadınıydı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, eşini örnek olarak gösterdiği, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde kadının yerini halkına göstermeye çalıştığı ve çağdaş dünyadaki ‘insan’ bilincini yansıtmaya  çalıştığı anlaşılıyor ki bu gayet doğal bir durum. Latife Hanım’ın da örnek kişilik hedefine uyum sağladığı ve kendisine sunulan yeri doldurmaya çalıştığı gayet açık.

Osmanlı’nın son döneminde yetişen bu genç kadın, çağının ruhundan ne kadar etkilenmişti, günümüzde anladığımız anlamıyla ne kadar bağımsız bir figürdü?

Bu soruya yanıt vermek güç elbette. Ancak o dönemde yani Osmanlı’nın son döneminde kadın hareketine, kadının toplum içindeki yerine yoğunlaşarak anlamaya çalışalım… (dipnot- Serpil Çakır -Osmanlı Kadın Hareketi)

Osmanlı’nın son döneminde Latife Hanım, İstanbul’da orta ve lise öğrenimi görürken, bize Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu ile anlattığı kadın figürünün haricinde kadınlar da bulunuyordu.

  1. Meşrutiyet ile başlayan Batılılaşma, çağdaşlaşma çabası Osmanlı’da toplumsal yapıyı çok değiştirmese de kadın açısından, erkeklerin ‘ilerici’ tanımlamaları arasında kadını sıkıştırmış olsa da bir kıpırdanma yarattı. Örneğin kadınlar için okullar açıldı, hukuki bazı haklar beraberinde geldi. Ve az sayıdaki kadınla da olsa dünyadaki kadın hareketine paralel şekilde benzer bir süreç bu topraklarda da yaşandı.

Kadın dergileri, mecmuaları, erkek egemen toplum içinde kadının kendine yer açma savaşını yansıttı. Kadınlar tıpkı şimdi olduğu gibi o günlerde de hakları için mücadele ediyordu. Osmanlı toplumunda erkekler gibi oy kullanabilme, çalışabilme, eğitim ve miras hakkı gibi haklar talep ederken, belki bugünün kadınından daha da cesurdular. Özgür düşünebilmenin örneklerini verdiler. İşte o kadınlardan biri Halide Edip Adıvar’dı. Dergiler çıkarıyor, yazıyor, konuşmalar yapıyordu. (dipnot: Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikayesi-Aynur Demirdirek)

Kadına biçilen rol, Osmanlı’nın son döneminde geleneksellikle, modernlik arasındaki dengeyi kurmakla sınırlıydı. Yine de kadın bilinci ile toplumsal baskılara isyanın, tepkinin taleplerin dile geldiği bir hareket olmuştu.

Kurtuluş Savaşı ile kadınların cephelerde de varlık gösterdiği ve savaşta, savaşın yaralarını sarmadaki aktiflikleri ile toplumdaki etkinlikleri görülüyor. Kadın dernekleri ve dergileri muhakkak ki o dönemde yaşayan okuyan kadınları etkilemişti. Üstelik Latife Hanım’ın Hadile Edip’in öğrencisi olduğunu da hesaba katmak gerekir. Halide Edip Adıvar, Osmanlı’nın son döneminde geleneksel yapıdan uzaklığı tartışılsa da özellikle kadının eğitimi ve toplumsal yapıdaki yaşam alanının artması için çabaları yadsınamaz.

Aile yapısı ve etkileşim alanı olarak baktığımızda Latife Hanım’ı toplumun modernleşme çabası sergileyen kesimine aidiyetiyle yeniliklere açık ve cesaret sahibi bir kadın olarak yorumlayabiliriz.

Ayrıca Latife Hanım’ın kadın hakları konusunda fikir sahibi olduğu, düşüncelerinin gayet berrak olduğu ve düşüncelerini Mustafa Kemal Atatürk ile paylaştığına da dikkat etmeliyiz. Öncelikle kadının peçesini atmasını bir özgürlük mücadelesi olarak nitelediği belli, zaten kendisi de peçesiz olarak toplumun karşısına çıkmıştı. Bu kadarla da kalmamış, milletvekili olmak istemiş, medeni kanun ve laiklik konusunda ilerici fikirler beyan etmiş ve aydınlanma hareketini desteklerken, ‘kadının özgürleşmesi’ olmadan bu projenin başarılı olamayacağını ifade etmişti.  (dipnot: Latife Hanım-İpek Çalışlar)

Evlendiklerinde, Latife Hanım’ın karşısında, kadının toplumdaki rolünü-sınırlarını belirleyen ve ama artırmaya çalışan bir insan vardı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, toplumda kadının ezilmesine tepki gösteren bir liderdi. “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın” cümlesi ile kadınlara moral ve motivasyon vermeye çalışmıyor muydu?

Zaten değerlendirilen o ki, Atatürk kadınların sadece anne ve ev kadını olmalarını yeterli görmüyordu. Kadınların sosyal hayata karışmalarını, erkeklerle eşit haklara sahip olarak  yarınların aydınlık Türkiye’sini hazırlamalarını istiyordu. Kadınlar, doktor, avukat, milletvekili, muhtar, gazeteci, polis, asker, pilot, yani her meslekte yer alabilmeliydi…

Atatürk’ün Türk kadının çağdaşlaşması hakkındaki şu sözleri de, çabasını gözler önüne seriyor:

“Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek, dünyanın barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz. Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır.

Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.

Türk toplumunun gelişip yükselmesinde aile yapısının önemi büyüktür. Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir.

“Bizim kadınlarımız, bazı yerlerde, çağdaşlıkta Avrupa kadınlarını bile imrenmeye götürecek kadar ilerlemişlerdir. Eğer kadınlarımız yalnız bu yönü düşünür ve yalnız şıklıkta, incelikte Avrupa kadınlarını bile geçmeyi amaçlarlarsa ilerlememizin önündeki bütün engeller kalkacaktır.”

Ayrıca Gazi Mustafa Kemal, Latife Hanım gibi modern ve kültürlü bir kadınla evlenmesi hakkında ise “Ben evlenmiş olmak için evlenmiyorum. Anavatanımızda yeni bir aile yapısı oluşturabilmek için kendim öncülük etmeli, örnek teşkil etmeliyim. Yoksa kadınlar sonsuza dek hizmetkâr olarak mı kalmalı?” demişti. Misyonunu ortaya koymuş ve idealini gerçekleştirmek için evlendiğini ifade etmişti. Dolayısıyla Latife Hanım’ı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş Türk kadını idealinin örneği olarak görmek mümkün. Çünkü Latife Hanım yabancı dil bilen, hukukçu kimliği ile çağdaş bir kadındı.

Latife Hanım beyaz kavukluların, kırmızı feslilerin ve koyu renkli kalpaklıların dolu olduğu bir Meclis’e girdiği anı hayal edelim; Meclis sıralarındaki erkeklerin derin bir sessizliğe gömülüyor olması muhtemel… Latife Hanım içeriye girdiğinde Fransız ve Sovyet büyükelçilerinin ayağa kalktığı ve bunun da Mustafa Kemal Atatürk’ü gururlandırdığı anlatılıyor. Cesur, hitabeti oldukça güçlü, sağlam iradeli bir kadın olduğu da…

Sonuçta kadınların toplum hayatında öne çıkmalarının doğru kabul edilmediği bir dönemde Latife Hanım, Atatürk’ün yanında halkın karşısına çıkarak kadınlarla erkeklerin yan yana olmasının doğallığını ortaya koymuş oluyordu.

Atatürk ile evlenerek Çankaya Köşkünde yaşamaya başlayan Latife Hanım’ın Çankaya’yada yaşadığı dönem, Türkiye Cumhuriyeti’nin değişim ve dönüşüm yaşadığı yıllardı. Onun Çankaya köşkü’ne damgasını vurmak istediği, baştan aşağı yeniden tasarladığı ve evlenmeden önceki alışkanlıklarına uygun bir düzen kurmaya çalıştığı ifade ediliyor. Baba evinden aşçı ve bakıcı gibi yardımcılar getirdiği, konutu dayayıp döşediği de…

Ama olmamış, bu evlilik sadece iki buçuk yıl sürmüştü. Latife Hanım ile Atatürk’ün evliliklerine yönelik yazılan kitapların, başta Latife Hanım’ın yeğeni Mehmet Zekai Öke’nin kitabı olmak üzere, ortak özelliği evliliğin yürümemesi nedeniyle bitmiş olduğu.

Latife Hanım, bağımsız ruhu ile Atatürk gibi askeri ve siyasi alanda yaptığı devrimlerle bir fenomen olan birini yönetmeye mi çalışmıştı? Latife Hanım da yönetilmeye alışmış biri olmadığı için evlilik içinde çatışmaların olması kaçınılmaz mı olmuştu?

Evliliği ile ilgili yorumlarda Atatürk’ün şu sözüne atıf dikkati çekiyor; “Ordular idare ettim ama bir kadını idare edemedim”…

Evliliği sırasında Latife Hanım’a “Cennette senin gibi kadife tenli, kara gözlü huriler varmış” diyen Atatürk’ün, hastalığının en zorlu döneminde Latife Hanım’la helalleştiği ve “İkimiz de çok yanlış işler yaptık. Hatalarımızdan asla pişman olacak kişiler değiliz. Ne yaptıysak hatalarımızı gururla taşıdık. Onun için ben üzülmüyorum sen de üzülme” dediği aktarılıyor. Ne hazin ve aynı zamanda ne incelikli…

Bu evliliğin dokunaklı hikayesini daha da dokunaklı hale getiren ise Latife Hanım’ın kansere yakalandığının öğrenilmesi sırasında sarfettiği sözler. Kanser olduğunu ailesinden saklayan Latife Hanım, durum ortaya çıktığında ölümün kendisi için önemli olmadığını çünkü zaten ölmüş hissettiğini ifade eden şu cümleleri sarfetmişti: ‘Ben iki kere öldüm. Biri boşandığım 1925’te, diğeri de 1938’de Kemal öldüğünde’…

Sonuçta Latife Hanım’ın, çağının ilerici kadın hareketinde fiili olarak yer almış olsa da olmasa da Türkiye Büyük Millet Meclis’inin kapısından giren, oturumlarına katılan ilk kadın olarak, henüz kadına siyasi haklar tanınmadan önce eşi Mustafa Kemal Paşa’ya “Milletvekili olmak istiyorum” diyebilen idealist ve girişken bir kadın figürünü yansıttığını ifade etmek gerek.

Dolayısıyla “Atatürk’ün Latif’i Latife Uşaki” isimli bu kitapta, Latife Hanım’ın klasik bir biyografisini değil, daha ziyade satır aralarında kalmış bazı gerçeklerin yorumlarını, onu anlamaya çalışan bir başka kadının analizlerini bulacaksınız…